Oyun deyip geçmeyin…

oyun

Oyun sadece bir eğlence veya zaman öldürme aracı değildir.
Özellikle çocuklara hareket etme şansı ve alanı veren, bunu yaparken de yeni disiplinleri, yeni teknikleri ve yeni terimleri öğrenebileceği, yeni arkadaşlar edinip sosyalleşebileceği en önemli olgudur oyun.
Oyun, öğrenmenin yolunu açtığı gibi, o oyunda ‘nasıl daha iyi olurum’un arayışında olan çocuğa, gelişmenin, tekamül etmenin de şifrelerini vermeye, başka konularda da ‘nasıl daha iyi olurum’un yollarını öğretmeye başlar, zihin fonksiyonlarını geliştirir. (Oyundan kastım bilgisayar oyunları değil elbet)
Ayrıca oyun, hala bir çok yetişkinin bile, ölene dek sürdürdüğü, vazgeçilmez bir aktivitedir.
Çocukluğumla başlayan oyun aşkım, bütün sokak ve iskambil oyunlarını öğrendikten sonra, bilardo ve satranç ile zirveye çıktı. Satranç milli takımı oyuncularından Feridun Öney konservatuardaki en yakın arkadaşlarımdan biri olunca Taksim’deki Satranç Kulübüne gidip gelmeye, turnuvaları izlemeye ve satranç literatürünü, kitap ve dergilerden takip etmeye başlamıştım.
Geceleri evde bağlama çalışmam, komşuları rahatsız etmemek için ‘mecburen’ bitince, satranç ustalarının oyunlarını, kitaplardan, tek başıma analiz etmeye çalışırdım. Hatta, rahmetli anneannem sabah namazı için kalkıp da, benim hala uyumadığımı görünce ‘bırak artık şu Satrangaç’ı deyip, beni okuldan önce bir kaç saat uyuyabilmem için uyarırdı.
Merhum Aziz Nesin, yıllar önce, küçük oğlunu da alıp Moskova’yı ziyaret ettiğinde, bir parkta insanları,o parka ait sabit masalarda satranç oynarken izlemiş, ve ‘Niye benim ülkemde insanlar kahvede tavla veya pişti oynamak yerine, böyle açık havada, zeka geliştiren bir sporla uğraşmıyorlar’ diye hayli üzülmüş. Üstad iyi biliyordu ki, Rusların bizden daha iyi yaptığı tek şey,’satranç oynamak’ değildi.
Ayrıca, bir-iki şampiyon dışında bütün satranç şampiyonlarının, Rusya’dan çıkması da ‘bir tesadüf’ değildi.
Konservatuardaki müzik tahsilimin, bilardo ve satranç ile birleştiği o yıllar, benim en üretken ve aktif yıllarımdı. Şimdi dönüp baktığımda, 24 saat bütün bunlara nasıl yetmiş hayret ediyorum. Sanki oyun, sanıldığı gibi bir zaman israfı olması bir yana,’zamanı’ göreceli olarak daha verimli ve bereketli kılan, yaptığım her işi daha eğlenceli ve yaratıcı kılan bir ‘artı güç’ olmuştu benim için.
Bir insanın en ideal halinin, onun en ‘mutlu’ hali olduğunu kabul edersek; bir çocuğun en mutlu hali, onun ‘oyun hali’dir. Bazen tek başlarına oynarken bile, kendilerini nasıl kaptırdıklarını, nasıl derin bir konsantrasyon içine girdikleri, hepimizin dikkatini çekmiştir.
Okullarımızın öğrenciler için böyle sevimsiz bir mekana dönüşmesinde, bu ihtiyaca cevap veremeyişinin rolü büyüktür. Çünkü okul, ancak çocuğun oyun oynama ve deşarj olma ihtiyacını karşıladığında,onlar için ‘cazip’ bir yer olabilir.
Belki de vermek istediğinden ‘çok daha’ fazlasını bu yolla verir, kim bilir?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir